Küresel Ulusal Sermaye

Son yetmiş yıldır tartışılan ve kırk yıldır yaşadığımız küreselleşme olgusu bir gerçekliği mi ifade ediyor? Yoksa sanal kavramsal bir olgu mu?
Küreselleşme ile birlikte gelişen "kitle iletişim teknolojileri" yaşadığımız yüzyıl ve daha önceki yüzyılda kitleler üzerinde yoğun bir etki bıraktı mı / bırakıyor mu?
Küreselleşme olgusu varlığı ve ya yokluğu tartışılan bir kavram olmaktan çok evrimsel bir süreci ifade ediyor. Dünya sisteminin kendi meşruiyetini yitirdiği geçtiğimiz yüzyılda, kendine yeni bir isim ve yeni bir şekil verme çabalarının ürünü olarak kendini gösteriyor. Peki nedir bu küreselleşme? Günümüzde 'küreselleşme" somut kavramsal ifadelerle; ABD Ordusu / NATO, Uluslararası Finans Merkezleri ve Uluslararası Sermayedir. Bu kurumların aşağıya doğru geliştirdiği irili ufaklı örgütlenmeler her geçen gün toplum içerisinde daha yoğun kök salıyor. Ancak Ulusal sınırların ortadan tamamen kalkmadığı 'Toprak Uygarlığı'nın yoğun bir şekilde kendini var etmeyi sürdürdüğü bir dönemi de yaşıyoruz. Hatta dünyanın kimi coğrafyaları –din – tarım toplumu hüviyetini daha yitirmemiş görüntüler arz ediyor. İşte tam bu noktada karşımıza ulusal – küresel sermaye çatışması oluşuyor.
1980'lerde başlayan son küreselleşme dalgasının derinleşmesi, küresel düzeyde daha önce benzeri görülmemiş saflaşmaları ve ayrışmaları beraberinde getirdi. Bu çerçevede bilhassa kapitalizmin merkezi sayılan ülkelerde; küresel düzeyde faaliyet gösteren sermaye çevreleri ile ulusal düzeyde çıkarlarını korumayı ve güçlü kalmayı hedefleyen sermaye çevreleri arasında görülen ayrışma öne çıktı.
Küresel sermaye ile ulusal sermayenin çıkarları yer yer örtüşmekte ise de çoğu zaman çatışmaktadır. ABD'nin Trump yönetiminde yaşadığı deneyim bu konuda çarpıcı bir örnek teşkil etmiştir. Benzer gelişmelerin Çin, Hindistan, Rusya, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Japonya ve Brezilya gibi ülkelerde yaşanması büyük olasılıktır.
Sermaye kesimleri; geleneksel ulus-devlet modelinden farklı bir şekil ve biçim almaya çalışıyor. Ancak bu değişim içinden ve dışından sermayenin dirençle karşılaşmasına yol açıyor. Bu değişiklik, egemen ulus-devletin siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel değişimini gözden geçirilmeyi zorunlu hâle getiriyor.
Tüm bu değişikliklerin üzerine üretim teknolojilerindeki gelişimi de eklediğinizde yeni bir dünyanın fitili ateşlenmiş görünüyor. İşte tam bu noktada; yaşanan değişime göre konum alamayan, siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel yapı ve katmanlar tarihin tozu sayfalarına terk edilebilir.
Hazırlıklı olmak lazım…